Yalnızlık
Yalnızlık
bence insanın asilleşme hali hayata karşı körkötük çaresizliğe kapıldığı zaman başlar. kişi o zaman savunmasızdır ve tektir. savaşacağı, çabalayacağı hiçbir şeyi kalmamıştır. yalnızdır çünkü bir kendisi bir de eski hikayeleri vardır -çabalarının sona bağlandığı hikayeleri, filmleri ve kitapları artık sona ermiştir...- haykırmak ister ama geçmişinden başka kimsesi yoktur. bağırmaz, bağıramaz boğazındaki ukte ona ‘dur artık! savaş bitti komutan.’ der adeta. basittir ,asildir ve tektir ancak boşluktadır. işte bu durum çaresizlik izlenimini yaratır. kişi sanki savaşını kaybetmiş gibidir. savunup, arkasınadan koşup kovalayacağı hiçbir şeyi yok gibidir. herkesten uzaktır. kimseyi de istemez yanında. sanki yaşamın bi manası yoktur onun için. hiçten başka bir şeyi kalmamıştır. tabii bu safhada yeni bi sıfat kazanılır : tek adam... peki tek adamın onu içten içe yiyen buhranlı iç çatışmalarına yani kendisine yenik mi düştü?
pek çok zaman insanın en büyük düşmanıdır kendisi ve düşünceleri. kişi bir de tek ise yaşanmışlıkları ve düşüncelerleri ile harmanlanarak pek çok şeyi aynı anda ele alabilir. çoğu insan bu duruma yalnızlık der. ve bu yalnızlık bir iç hesaplaşmadır ki bütün fenalığıyla bizleri ensemizden tutup, çaresizliğin karanlık ellerine terk edip gider. bu buhranda öyle anlar yaşarız ki, bazen büsbütün kararan ,çaresizleşen zihnimizde yapışacak, tutunacak bir dal arar gibi oluruz. kimi zaman da bizi iç çatışmamızdan muhafaza edecek, sığınacağımız bi liman arayışına sokar. ama etrafta ne bir dal vardır ne de bir liman. evet, bütünüyle hesaplaşma vakti gelmiştir. asıl harp tam o anda, o istediği için değil ,vakti çatıp geldiği için başlamıştır. iç hesaplaşmanın getirdiği gerçek ama mahrur düşüncelerimiz bizleri azgın bir düşman mermisi gibi yaralar. bu zulmetli vakitler kimini sıcak bi temmuz gecesinde kimilerini de uzun kış gecelerinde basar. geceler yalnızlığı getirir. yalnızlık en büyük irade harbini. peki tek adamın onu assilliğe erdirecek olan savaşında ne mi oldu? önce sigara paketine sarıldı, çalmağını çaktı. karanlık ,ıssız ve her tarafında hayaletler dolaşıyormuş sanılan kasvetli benliğinde ve odasının tam ortasında bir ışık belirdi. elinde ve kalbinin içersinde yanan bir meşale şeklinde. ne kadar cılız olsa da , gene çevresini ve içini aydınlatan bir ışık. bu ışık ortasında o, ayaktaydı. dimdikti. oturmaktan ve düşünmekten kaskatı keselin bedenine inat yürüdü ,yürüdü ve biraz daha yürüdü. ve az sonra aynası ile karşılaştı…
tek adam: işin en zor tarafı da genelde bu kısım oluyor…
aynadan yansıyan yorgun, esaretli ve biraz da mahrur bedeni ona “ hadi neyi bekliyorsun “ dercesine bakıyordu resmen. ama olur ya tek adam her şeye inat yine isyan etmek ister, bağırmak ister. peki ne için ve kime karşı? bi aynasını bir de aynadan yansıyan yorgun bendeni...
tam o sıra aynasındaki mahrur bedenine biraz daha dalar ve derinden süzer onu. karşında toplumda bi yer edinmek için çalışan ,koşan, telaşesi olan mutantları ;çocukları, yaşlıları ve güneşini seyrediyor gibi olur. sanki hayat ve yaşanmışlıkları ona geçmişte onun da içinde olduğu ve ileride yine yer alacağı hayat senfonisini bu sefer seyirci olarak izleme şerefini bahşetmişti. bu asil ve benzersiz olan sahnenin belli bi virtüözü ,orkestra şefi yoktur. burada her gün roller değişebilir çünkü. karışıktır ancak varoluşumuzun en etkileyeci operasıdır. senfonisidir. güneşin tekrar doğuşunda sanatını icraat eden insalar sahneye sefer farklı enstrumanla çıkar, farklı telden çalarlar ama varoluşun en karışık ve en büyüleyici görüntüsü asilliğinden , benzersizliğinden hiçbir şey kaybetmez.
tek adamın izlemiş olduğu görsel hayatın ta kendisiydi. birileri ona yalnızlığın müsebbip olduğu ve bunun uzantısında gecelerin iç çatışmasında içine zuhur eden asilliği bahşetmişti. aynı yaşamın kendisi gibi o da artık bir asildi... hayatı dünyanın derdiyle değil de mülkünün belki de iyilik olduğu insalıkta -benliğinde- görmüştü çünkü. zaten bu şekilde de hayatının en anlamlı orkestrasını izleme imkanını yakalamamış mıydı?
-13
Yorumlar
Yorum Gönder